5 Eylül 1912 yılında Los Angeles’ta doğan John Cage 20. Yüzyılın en önemli bestecilerinden biridir. Besteci kişiliğinin yanı sıra filozof, müzik teorisyeni ve baskıcı olarak da önemli işler ortaya koymuştur. 20. Yüzyıla yakından baktığımızda, büyük bir sanatsal kaos görmemiz mümkündür. 19. Yüzyılın sonlarında kendini gösteren modernizm ile insanoğlu yenilenmek ve kalıplarından çıkmak için yaratıcı bir savaş vermiştir. Artık sanatın hiçbir noktasında kalıplara bağlı kalmak istenmiyordu, kurallar hiçe sayılıyor ve gerçekliğin artık doğruyu yansıtamadığı fikri sanatçıların beyninde dolaşıyordu. Göz ile görünenin ötesinde, hayal gücünün sınırlarını zorlayan bir sanat arayışı vardı. Toplumsal ve politik olayların kişilerde bıraktığı izler, kontrolü ele alma ve içsel bir yolculuğa çıkmak üzerine olmuştu. Tam bu noktada John Cage müziğe bir icat gibi yaklaşmıştı. Daha sonraları on iki ton müziğinin yaratıcısı olan eski hocası Arnold Schönberg, onun bir besteciden çok bir mucit olduğunu söylemiştir.
John Cage duyduğumuz her sesin müzik oluşturabileceği kanısındaydı. Kendinden bahsederken “Bir müzik kulağına sahip değilim ve yazmadan önce müziği zihnimde duyamam. Hiçbir zaman da duymadım. Ezgileri aklımda hiç tutaman. Solfej, hafıza ya da hayal gücü olarak adlandırılabilecek bütün o şeylere hiçbir zaman bir yakınlığım olmadı. Bunlardan daha radikal özelliklere sahip olsam da çoğu müzisyenin sahip olduklarından yoksunum… Bu yoksunlukları aşmaya yönelik hiçbir zaman bir arzum olmadı, aksine bunları yaratıcılığı besleyen birer avantaj olarak kullandım. Yazmadan önce müziği kafamda duymak yerine, o ana dek hiç duymadığım bir şeyi duyacağım şekilde beste yapmaya çalıştım.” demiştir.
1940’lı yıllarda doğu felsefesi ve Zen Budizm’ine ilgi duymaya başlayan Cage, bu ilgisini müziğine de yansıtmıştır. Yaptığı müziği tanımlarken raslantısal/deneysel olarak adlandırır. Sanatçı, müzik yapıtında kendi egosunu kaldırmak için tesadüf eseri şekillenen müzikal olayları, beste sürecinde bir araç olarak kullanır.
4’33”
John Cage tarafından 1952 yılında bestelenmiş olan bu eser üç bölümden oluşur. Partisyonda müzisyenlerin üç bölüm boyunca enstrümanlarını hiç çalmamaları gerektiği belirtilmektedir. Cage’in en çok bilinen ve en çok tartışmaya yol açan eseridir. Bu eser “Dört dakika otuz üç saniyelik sessizlik” olarak adlandırılsa da, aslında süresi boyunca dinleyicisinin çevreden aldığı seslerden oluşmaktadır. Bu da Cage’in “duyduğumuz her ses müzik oluşturabilir” felsefesinin somut bir kanıtıdır.
Hazır Piyano
Hazır piyanodaki asıl fikir her bir telin üzerine başka bir nesne koyarak o sesi özel ve benzersiz yapmaktı. Bu nesne bazen bir silgi bazen ise bir raptiyeydi. Birçok hazır nesne ile piyano tellerini buluşturan Cage yine kendi kişiliği kadar benzersiz bir eser ortaya koymuştur. Müzik dünyasının kurallarını yıkan ve müziğin kurallara değil deneyime ve hislere bağlı olduğunu bize anlatan Cage, müzik dünyasının kaderini bu inançla değiştirmiştir.
“Müzik süreğendir kesintiye uğrayan sadece dinleme eylemidir.” John Cage
5 Eylül 1912 yılında Los Angeles’ta doğan John Cage 20. Yüzyılın en önemli bestecilerinden biridir. Besteci kişiliğinin yanı sıra filozof, müzik teorisyeni ve baskıcı olarak da önemli işler ortaya koymuştur. 20. Yüzyıla yakından baktığımızda, büyük bir sanatsal kaos görmemiz mümkündür. 19. Yüzyılın sonlarında kendini gösteren modernizm ile insanoğlu yenilenmek ve kalıplarından çıkmak için yaratıcı bir savaş vermiştir. Artık sanatın hiçbir noktasında kalıplara bağlı kalmak istenmiyordu, kurallar hiçe sayılıyor ve gerçekliğin artık doğruyu yansıtamadığı fikri sanatçıların beyninde dolaşıyordu. Göz ile görünenin ötesinde, hayal gücünün sınırlarını zorlayan bir sanat arayışı vardı. Toplumsal ve politik olayların kişilerde bıraktığı izler, kontrolü ele alma ve içsel bir yolculuğa çıkmak üzerine olmuştu. Tam bu noktada John Cage müziğe bir icat gibi yaklaşmıştı. Daha sonraları on iki ton müziğinin yaratıcısı olan eski hocası Arnold Schönberg, onun bir besteciden çok bir mucit olduğunu söylemiştir.
John Cage duyduğumuz her sesin müzik oluşturabileceği kanısındaydı. Kendinden bahsederken “Bir müzik kulağına sahip değilim ve yazmadan önce müziği zihnimde duyamam. Hiçbir zaman da duymadım. Ezgileri aklımda hiç tutaman. Solfej, hafıza ya da hayal gücü olarak adlandırılabilecek bütün o şeylere hiçbir zaman bir yakınlığım olmadı. Bunlardan daha radikal özelliklere sahip olsam da çoğu müzisyenin sahip olduklarından yoksunum… Bu yoksunlukları aşmaya yönelik hiçbir zaman bir arzum olmadı, aksine bunları yaratıcılığı besleyen birer avantaj olarak kullandım. Yazmadan önce müziği kafamda duymak yerine, o ana dek hiç duymadığım bir şeyi duyacağım şekilde beste yapmaya çalıştım.” demiştir.
1940’lı yıllarda doğu felsefesi ve Zen Budizm’ine ilgi duymaya başlayan Cage, bu ilgisini müziğine de yansıtmıştır. Yaptığı müziği tanımlarken raslantısal/deneysel olarak adlandırır. Sanatçı, müzik yapıtında kendi egosunu kaldırmak için tesadüf eseri şekillenen müzikal olayları, beste sürecinde bir araç olarak kullanır.
4’33”
John Cage tarafından 1952 yılında bestelenmiş olan bu eser üç bölümden oluşur. Partisyonda müzisyenlerin üç bölüm boyunca enstrümanlarını hiç çalmamaları gerektiği belirtilmektedir. Cage’in en çok bilinen ve en çok tartışmaya yol açan eseridir. Bu eser “Dört dakika otuz üç saniyelik sessizlik” olarak adlandırılsa da, aslında süresi boyunca dinleyicisinin çevreden aldığı seslerden oluşmaktadır. Bu da Cage’in “duyduğumuz her ses müzik oluşturabilir” felsefesinin somut bir kanıtıdır.
Hazır Piyano
Hazır piyanodaki asıl fikir her bir telin üzerine başka bir nesne koyarak o sesi özel ve benzersiz yapmaktı. Bu nesne bazen bir silgi bazen ise bir raptiyeydi. Birçok hazır nesne ile piyano tellerini buluşturan Cage yine kendi kişiliği kadar benzersiz bir eser ortaya koymuştur. Müzik dünyasının kurallarını yıkan ve müziğin kurallara değil deneyime ve hislere bağlı olduğunu bize anlatan Cage, müzik dünyasının kaderini bu inançla değiştirmiştir.